Taraf, “Pop-Up” köşesi, 16 Haziran 2013
Gezi Parkı olaylarının başladığı günlerde New York’tan İstanbul’a yola çıkmaya hazırlanıyordum. Bizim köpeğe yiyecek stoklamak için mahallemizdeki hayvan yiyeceği satan dükkâna gittim. Dükkânın sahibi Filistinliyle çok ahbabız, her uğrayışımda en az on beş, yirmi dakikalığına Ortadoğu siyasî durum değerlendirmesine koyuluruz. Mahallelinin sevdiği, candan, güler yüzlü bir adam. Dükkâna gelen köpeklerin dokunup da abdestini bozmaması için yüksekçe tezgâhının arkasından çıkmaz, ziyaretçi köpeklere isimleriyle hitap edip oturduğu yerden kurabiye atarak durumu idare eder.
Bu gidişimde Filistinli beni görür görmez “Anlat, neler oluyor Türkiye’de” dedi, ben bildiklerimi anlattım, o da arada bir soru sorarak dinledi. Sonra kapının önünde durmuş sigara içen birine Arapça seslendi, adam içeri girince “Bak, seninle ne olup bittiğinden konuşuyorduk, bu adam Türk, durumu izliyor, bir şey soracaksan sor” dedi. Adam soru sormak yerine Arap aksanlı bir İngilizceyle “Ben anlatayım size olup biteni” dedi ve neredeyse kavga tonunda, ellerine havada daireler çizdirerek Erdoğan’ın Suudilerin gazına gelip Sünnilerin padişahlığına heveslenmesinden girdi, İsrail’in çevirdiği dolaplar ve ABD’yi manipüle etmesiyle devam etti, konuyu Rusya, Suriye, İran, Kürtler, Gazze falan üzerinden getirip hiç kavrayamadığım bir mantıkla Gezi Parkı’na bağladı. Ben “Hacı, sen bu işi çözmüşsün” deyince de gayet ciddi bir “Thank you” çekip kendinden memnun dışarı çıktı, bir sigara daha tellendirdi.
Dükkânın sahibi Filistinli “Kusura bakma, bu adam böyledir” dedi, ben de “Zararı yok, zaten yol hazırlığı yapıyorum, iyi bir hatırlatma oldu benim için” dedim. Ertesi gün de kendinden kuşkulanmanın ortalıkta pek sık görülmediği topraklara yola koyuldum.