New York Tırnak Boyama Salgını

10nailsweb9-master1050-v2

Nicole Bengiveno/The New York Times (May 7, 2015)

Dört, beş yıldır New York şehrinde durum şudur: Kadınların yüzde kırk kadarının el tırnakları boyalı. Elleri boyalı olup da ayakları boyalı olmayan kadın sayısı, tahminen: sıfır. Ayak tırnaklarına boya sürmeden açık ayakkabı giyen kadın sayısı (kadın turistler hariç): taş çatlasa yüzde beş.

Toplumumuzda her yaştan, boydan, kesimden, ırktan kadının uymakta olduğu yeni bir kural var: “Ayak tırnakların boyalı değilse, açık ayakkabı giyemezsin.” Hiç abartmıyorum, inanmayan gelsin baksın (ama çabuk olsun, yakında kalmayacak).

Bunun izlenim yaratmaktan öte işlevsel bir yanı olmayan giyim kuşam modaları gibi bir moda akımı olduğu söylenebilir mi? Söylenebilir ama tipik olmayan, işin içinde başka işler olduğunu düşündüren tarafları var:

Birincisi, tırnak boyamak çok eskilerden beri dünyanın her yerinde rastlanan, çok sıradan bir süslenme biçimi. Yani, modacıların yaratıp empoze ettiği yeni bir şey de değil, farklılık ya da asilik göstergeliği gibi bir yanı da yok. Kaldı ki, etrafta “güzel olmak istiyorsanız tırnaklarınıza boya sürünüz” gibisinden reklam kampanyalarına da hiç rastlamadık.

İkincisi, New Yorklular diğer toplumlara oranla mahalle baskısına daha az pabuç bırakan, görünümünü çoğunluğa uydurma derdi pek olmayan, bireysel, pratik insanlar olarak bilinirler. Eskiden bu şehirde tırnak uzatıp ojelemek süslü zenginlerin ve dar gelirli kesimlerin heves ettiği bir şey olarak görülür, orta sınıflarda, özellikle de okumuşlar arasında hemen hiç rastlanmazdı. Zenginler manikür-pedikürlerini kuaför salonlarının bir köşesinde yaptırır, diğerleri de evlerinde kendi boyalarını kendileri sürerlerdi.

Ama işte, New Yorklu kadınların yarısının el, tamamının ayak tırnaklarının boyalı olduğu ve her sokakta bir tırnak salonunun bulunduğu şu günlere geldik. Ben birkaç yıldır havalar ısınınca fetişist gibi çıplak ayaklara bakıp etrafımdakilere hayretlerimi bildirir ve alay konusu olmaya başlarken Mayıs başında New York Times gazetesi imdadıma yetişti, bu konuda sansasyonel iki yazı yayımladı. (*)

* * *

New York’a yerleştiğim 1980 başlarında her türlü yiyecek akşam saat onda kapanan süpermarketlerden alınırdı – sebze ve meyve dahil. Amerikalının başının sebzeyle pek hoş olmaması nedeniyle çeşit az, tazelik derecesi düşük, fiyat da kabarık olurdu (iç kesimlere giderseniz hâlâ sebze deyince akla öncelikle patates ve mısır geldiğine şahit olabilirsiniz).

Birkaç yıl sonra sağda solda manavlar belirmeye ve ahali yirmi dört saat açık “Koreli manav”dan taptaze sebze-meyve alıp yediğinden, yeni keşfettiği Asya sebzelerinden falan konuşmaya başladı. Hem de süpermarketten daha ucuz fiyata.

Benim evden yarım blok ötedeki küçük dükkanın evrimini merak ve hayretle izlemiştim: Sahipleri o yıllarda New York bölgesine yerleşen çok sayıdaki Güney Kore göçmeninden kalabalık bir aileydi. Dükkanın bir köşesine bir paravan koymuş, arkasında yere bir şilte atmışlardı, biri yatıp biri kalkarak dükkanı yirmi dört saat çalıştırıyor, malları kırık dökük bir minibüsle New Jersey’nin derinlerinden kendileri getiriyordu. Ve hiçbiri İngilizce konuşamıyordu.

Kısa zamanda Koreli manavlar sigara da satmaya başladı, ardından çiçek geldi, onun ardından şeker, çiklet, kutulu yiyecek, gazete, meşrubat falan derken “Korean vegetable stand” oldu “Korean market.” İşçiliğe kendileri yetemediği zaman üç otuz paraya kaçak Meksikalı çalıştırıyorlardı. O arada tabii ki başka etnik grupların işlettiği büfeler, çiçekçiler, sandviççiler birer ikişer kapanmaya başladı.

IMG_0588Sonra, kabaca 90’lı yılların ortalarında, büyük yiyecek mağazaları ve yenilenen süpermarketler Korelileri sıkıştırmaya, onlar da kendilerine yeni iş alanları aramaya başladılar ve el attıkları yeni işlerden biri manikür-pedikür oldu, iki adımda bir “Korean nail salon” olarak anılan dükkanlara rastlamaya başladık.

Sokaktan bakınca içi olduğu gibi görünen, bol ışıklı salonların basmakalıp bir düzeni var: Önden arkaya doğru müşteriyle manikürcünün karşılıklı oturduğu dar masalar, bir duvar boyunca el kurutma makineleri, arkada da pedikür müşterileri için yüksek koltuklar ve önlerinde pedikürcünün oturduğu alçak tabureler sıralanıyor. Halen New York şehrindeki tırnak salonu sayısı iki bin imiş. Başka hiçbir şehirde bu yoğunluk yok. Ve bu salonların yüzde seksen kadarı Korelilere aitmiş.

The New York Times (May 7, 2015)

The New York Times (May 7, 2015)

Bu girişimin kısa zamanda tutunup yayılmasında tek bir etken var: çok ucuz. Koreliler işe kuaför salonlarının aldığı paranın yarısını alarak başlamışlar ve fiyatlar nerdeyse on beş yıldır değişmemiş: manikürün ortalama fiyatı 10.5 dolar imiş, pedikür bir, iki dolar daha pahalı. Dükkan kiralarının akıl almaz düzeylere çıktığı New York gibi yerde (benim bitişikteki tırnakçının ayda 13.000 dolar civarında ödediğini biliyorum) bu ucuzluk tabii ki işçilerin sırtından çıkıyor. New York Times yazıları bu gerçekliği, yani burnumuzun dibinde büyük bir rezilliğin süregitmekte olduğunu  ortaya ayrıntısıyla döküverdi.

* * *

Tırnak salonlarında çalışanların büyük çoğunluğu yeni göçmen kadınlar. Çoğu kaçak ve İngilizce bilmiyor, yani ücret konusunda patronla pazarlık yapacak ya da patronu şikayet edebilecek konumda değiller. Ellerine geçen para saat başına 3-5 dolar, artı (patron izin veriyorsa) bahşiş oluyormuş. (Şu anda New York’ta yasal asgari saat ücreti 8,75 dolar.)

New York Times yazılarında bu kadınların çok sayıda kişinin paylaştığı döküntü evlerde, sefil koşullarda yaşadığı anlatıldı. Bunun yanısıra, işyerlerinde koyu bir etnik ayrımcılık olduğu da, Korelilerin kendilerinden olanları daha iyi ücretle, daha zengin bölgelerde çalıştırdıkları, ikinci sırada Çinlilerin, en altta da Hispaniklerin geldiği anlatıldı. Pedikürcü kadınların nasırlarını alıp törpüledikleri ayaklardan nasıl mantar ve başka cilt hastalıkları kaptıkları da anlatıldı. Akrilik oje ve asetondaki kimyasalların bu kadınların solunum yollarını nasıl etkilediği, kansere, düşük yapmalarına ya da bebeklerinin sakat doğmasına nasıl yol açtığı da anlatıldı.

Kaç yıldır köle minibüslerinin sabah getirip akşam götürüşünü izlediğimiz öbek öbek kadınların durumunda bir anormallik olduğunu farkedebilmemiz için illa Times’da yazı çıkması mı gerekiyordu? Ne yazık ki, evet, çünkü, ne de olsa, herkes insan.

Sürekli göç alan ABD’de yeni gelenlerin yerleşinceye kadar zor bir dönem geçirdiği, etnik dayanışma ve kenetlenmenin en çok bu dönemlerde yer aldığı, yeni göçmenlerin özellikle bir ya da iki devre önce gelmiş olanlar tarafından sömürüldüğü iyi bilinir. İş çığrından çıkmadıkça da bunun yaygarası pek yapılmaz, çünkü, özellikle metropollerde, çoğunluk göçmendir ve herkesin bir sürünme dönemi hikayesi bulunur. Ayrıca, genellikle yiyecek ve hizmet sektöründeki sömürünün fiyatlara yansıdığının, yaşamı kolaylaştırdığının da herkes bal gibi ama sessizce farkındadır.

Tırnak konusunu birden sansasyonelleştiren, hizmetin kozmetik bir alanda olması ve yaygınlık derecesi oldu: insanların yaptırmalarının hiç de gerekli olmadığı ve gerek görüyorsa da kendi kendine yapabileceği bir uygulamadan söz ediyoruz.

Bana sorarsanız, manikürün ve özellikle de pedikürün böyle salgın halini almasının nedeni, kadınların nihayet 2000’li yıllarda tırnaklarına boya sürünce daha güzel, çekici, hoş olduklarını keşfetmiş olmaları değil. Olayı bu ölçüde yaygınlaştıran şey, kadınların el ve özellikle de ayaklarını az bir para karşılığında birtakım garibanlara yıkatıp temizleterek ve boyatarak kendilerini “iyi” hissetmeleri (“feels so good”). Yani, her kesimden insanın yarım saatliğine aristokratımsılaşmasını mümkün kılan bir sektör. Bu arada, Kutsal Kitap öykülerinde birisinin ayağını yıkamanın en büyük tevazu, saygı ve konukseverlik ifadesi olduğundan, köleye konuğun ayaklarının yıkatıldığından sık sık söz edildiğini de hatırlatmak isterim.

* * *

NAILSTEST13-master1050

Nicole Bengiveno/The New York Times (May 7, 2015)

Gazetedeki yazılar son derece etkili oldu, günlerce konuşuldu, vali salonların kontrole alınması için emirler yağdırdı. Salonlara asgari ücreti ve işçi haklarını bildiren, işçinin kaçak bile olsa korkmadan şikayet edebileceğini anlatan, dört dilde yazılmış duyurular asıldı. Birkaç günde dükkan vitrinlerinden havalandırma boruları çıkıverdi, işçiler ellerine eldiven, yüzlerine maske takmaya başladı.

Ve de aradan geçen birkaç haftada daha önce müşterilerin kuyrukta beklediği salonlarda boş oturan işçiler, yollarda da ayak tırnağı boyasız sandaletli genç kızlar görmeye başladım. Vicdan ve suçluluk duygusundan olmasa da, ojenin ve ortamın kanserojenliğinden söz edilmiş olmasının bu salgını bitireceği, salonların kapanacağı kesin. Bir, iki yıl içinde tırnak boyamanın rükuşluk göstergesi olduğu konuşulmaya başlanırsa da hiç şaşırmam.

Tabii ki arada güme giden yine garibanlar olacak, boğaz tokluğuna çalışan bir yığın insan bu sefer de hepten işsiz kalacak. Ama malum: hayat biter, çare bitmez. Sömürünün buradan hangi sektöre kaydığını keşfettiğimde yazıp bildiririm.

________________________

(*) New York Times, 7 ve 8 Mayıs 2015 yazıları:

Dahası:

http://www.newyorker.com/business/currency/the-economics-of-new-yorks-low-nail-salon-prices

Yorum bırakın