Sadet

Taraf, “Pop-Up” köşesi, 12 Nisan 2013

Birkaç haftadır Hıdır’a benden istediği biçimde kısa New York ve Amerika yazıları gönderiyorum, o da köşesinde yayımlıyor. Şimdi, izin verirse, bir seferliğine konu değiştireceğim ve şu “Türk-Kürt savaşı tamam mı, devam mı?” konusunda, genellikle “aykırı” bulunan türden sanat işleriyle uğraşan biri olarak bir şeyler önereceğim.

Bu diyeceklerimi, başta halkı barışa ikna etmek için dolaşmaya çıkacak Âkiller olmak üzere, her aklı yatan icra edebilir (fikrin benden çıktığını söylemelerine de gerek yok):

Ortalık bir yere bir mikrofon koysunlar ve içlerinden biri başlasın birer birer saymaya, o yorulunca bir diğeri devralsın. 40.000’e kadar. Her üç saniyede bir sayı seslendirseler (ki, “yirmi dokuz bin dokuz yüz seksen iki” gibi bir sayıyı sığdırmak zor), yani, hiç aksatmadan dakikada yirmi sayı hızında sayabilseler, işlem 33 saatten fazla sürecektir. Bir sabah saat 9:00’da başlasalar, ertesi gün akşam 18:00’de ancak bitirebilecekler. Görsel-işitsel efektlerle falan işi sulandırmasınlar; yalnızca söylenen her sayının otuz yıldır süren savaşta, büyük çoğunluğu gencecik yaşında ölüp gitmiş bir insana karşılık geldiğini bildirsinler, yeter.

Ya da her cesede karşılık bir adım atarak, hiç durmadan, 40.000 adımlık bir yürüyüş yapsınlar. Ortalama bir adımın 78 santimetre olduğu söyleniyor: yaklaşık 32 kilometre yol eder. 15-20 kilometreden sonra yürüyenlerin hali canlı yayında gösterilebilir: “bir ceset daha, bir ceset daha…”

Ya da 40.000 sayıyı her sayfaya 50 satır gelecek biçimde alt alta sıralasınlar (sayı yerine çocukların adlarını yazsalar daha iyi olur ama bulabileceklerini sanmıyorum) ve kâğıtlara arkalı önlü bassınlar: 400 sayfalık kitap eder.

Soyut lâf kalabalığının en bariz, en basit gerçekliği görünmez kıldığı, “en az kırk bin” deyip geçildiği dönemlerde, bu türden yabancılaşma karşıtı “hatırlatmalar” son derece yararlı olabilir.