Taraf, “Pop-Up” köşesi, 10 Nisan 2013
Yaş ilerledikçe çevremde seksenlerini, doksanlarını süren akraba ve tanıdık sayısı da arttı ve, en azından kendi deneyimimde, şimdilere dek pek ayrımında olmadığım yeni bir Amerikalı-Türkiyeli farkı beliriverdi.
Her iki tarafın yaşlıları da (çoğunluğu kadın, doğal olarak) huysuzluk, inatçılık ve sevimlilikte birbiriyle yarışıyor, hepsinin bedeni de bezdirecek derecede aksıyor. Aradaki fark bunlara “nasılsın?” dediğinde çıkıyor ortaya. Amerika’daki genellikle “sağol, iyiyim, sen nasılsın?” diyor, üstelersen biraz bir şeyler anlatıyor (“sağ gözüm görmüyor,” “belim ağrıyor” gibi), fazla zorlarsan da seni tersliyor. Bunun bir nedeni bu kuşağın bireysel mahremiyete düşkünlüğü olabilir, başka bir nedeni de bu kültürde birinin karşısındakine bedensel dertlerini anlatmasının ayıp sayılması.
Buna karşılık, Türkiye’dekine “nasılsın?” sorusunu sorduğunda genellikle “gel otur, anlatayım” diyor ve bedensel arazlarından harika bir öykü oluşturuveriyor. En çok da bu öykülerini işkence ve afet metaforlarıyla bezemelerine hayran kalıyorum: “Sabah uyandım ki şu sol omzuma çivi çakıyorlar, kalkıp oturdum, o geçti, bu sefer belimin ortasına bir top ateş bastılar, kalçamdan aşağı şimşekler çakıyor, her nedense bu sağ dirseğim de içten içten oyuluyor, ayağa kalktım, bir dalga geldi, kayık bir o yana, bir bu yana…” Yok mu bir karşılaştırmalı kültür antropologu şu konuya el atacak? Harika bir doktora tezi çıkmaz mı bundan?