Taraf, “Pop-Up” köşesi, 31 Mart 2013
Yaşı tutmayanlar olur da büyüklerden biraz ilginç anı dinlemek isterlerse, “1979 Türkiye’de nasıl bir yıldı?” diye sorabilirler. Tek cümleyle, 1979 Türkiye’de yokluk yılıydı. Benzinden ispirtoya, kâğıttan sigaraya varıncaya kadar her şey belki ve ancak karaborsada bulunabiliyordu. Bu bulunamazların en bir bulunamazı da kahveydi diye hatırlıyorum. Öyle ki, döviz yokluğundan kahve lüks tüketim sayılmış, ithalatı bu krizden epeyce bir süre önce durdurulmuştu.
Ben New York’a bu hengâmenin sonlarında vardım ve ilk dolaşmaya çıkışımda şu olayla karşılaştım: Hani Türkiye’de dilenciler “Allah rızası için bir ekmek parası” diye dilenirler ya? Burada dilenciler “God rızası için bir kahve parası” diye dileniyorlardı. Hiçbir anlam verememiştim: O kadar şey dururken niye böyle karın doyurmaz bir lüks tüketim maddesi için dileniyorlardı? Burada da mı kahve kıtlığı vardı? Tanıştıklarıma sordum bunun hikmetini, en sıradan ve ucuz tüketim kalemi olduğu için öyle yerleşmiş dediler, “çok bir şey istemiyorum, yalnızca bir kahve parası” gibi!
Bir kap kahve 40-50 cent civarındaydı, genellikle bakkallardan veya donut dükkânlarından alınırdı ve “Cafer’in aptes suyu” derecesinde kötü olurdu. Yani, ucuz kahveyi fazlaca kavurup üstün kalite diye satan Starbucks’ın 1980’lerin sonlarından başlayarak her yana yayılıvermesinin ardında böyle bir neden de var. Ve ucuz bakkal kahvelerinin gözden düşmesi, Starbucks gibi yerlerin de kahve fiyatlarını zıplatmasıyla birlikte dilenme jargonu da değişti, artık “karnım aç, para verin” diyorlar, New York’ta yıllardır kahve parası diye dilenene rastlamadım.