Taraf, “Pop-Up” köşesi, 15 Mayıs 2013
Amerika’ya özellikle Ortadoğu ve Balkanlar’dan göçen kişilerin karşılaştıkları başlıca sorunlardan biri, İngilizce dilinde doya doya küfredememeleridir. İngilizcedeki küfür dağarcığı, temelde, f ile başlayan dört harfli sözcüğün yerli yersiz laf aralarına sokuşturulmasından oluşur ve anadilinde ana avrat düz gitmeye alışmış insanları katiyen kesmez. Gelmiş geçmiş en zengin dil sayılan İngilizcede küfür alanındaki bu az gelişmişlik nasıl olabiliyor? Hayal gücü kısıtlı bir toplumdan da söz etmiyoruz: örneğin, Türkçedeki “bardağı taşıran son damla” deyişinin karşılığı olarak “devenin belini kıran son saman çöpü” diyecek kadar yaratıcı olabiliyorlar.
Ben bu farkın nedeninin bütünüyle dilsel olduğu sonucuna vardım. Türkçenin gramerindeki bazı formlar İngilizcede yok. Birincisi, Türkçede “geniş zaman” dediğimiz, alabildiğine ilginç, özel bir fiil zamanı var (yaparım-yaparsın-yapar…). Bu zamanda söylenen fiil, içinde az çok dört anlamı birden barındırıyor (1. her zaman yaparım, 2. yapabilirim, 3. yapmak isterim, 4. yapacağım) ve duruma göre bunlardan biri öne çıkıyor. Savunma, tehdit ve saldırı karışımı ifade için mükemmel bir form: “ben senin …arım.” İngilizcede buna en yakın gelen kupkuru “f… you” oluyor, ondan öte de bir şey yok.
İkinci nedeni de Türkçede “istek kipi” dediğimiz formun küfür için biçilmiş kaftan olan birinci tekilinin (-eyim/-ayım) İngilizce karşılığının olmaması. Buna en yakın kullanım, istek ya da dilek belirtmek yerine, izin istemeye yönelik: “ben senin …ayım” kurgusunu çevirmeye kalksanız akla “may I …. you” ya da “let me … you” geliyor, anlamı “ben senin …abilir miyim?” oluyor. Yani, İngilizce dilinde karşınızdakine gelmişi, geçmişi ve yedi sülalesi hakkındaki temennilerinizi ifade edip rahatlamanız olanaksız.
Hiç incelemedim ama bu özel formlar konusunda karşılaştığım birçok yazıda kaynağın Eski Yunanca olduğu ve halen Türkçenin yanısıra Arnavutça, Ermenice, Gürcüce, Kürtçe, Sırpça gibi dillerde de varolduğu söyleniyor. Eğer doğruysa, bu dilsel formların bölgenin tarih ve coğrafyasından kaynaklanan gereksinimler sonucunda gelişmiş olduğunu düşünebilir miyiz acaba?