Mutlu Günler (Happy Days), Samuel Beckett

Mutlu Günler (Happy Days), Samuel Beckett

Halka Açık Çeviriler – 1

Çeviri metni için lütfen tıklayın —> MUTLU GÜNLER_Beckett

Selisik_MutluGunlerSamuel Beckett’in Mutlu Günler (Happy Days) oyunu, 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde, 4. Uluslararası Tiyatro Olimpiyatları kapsamında (Mayıs 2006) sahnelenmek üzere çevrildi. Oyunu Gerald Freedman yönetti, Çiğdem Selışık ve Manfred Bormann oynadı.

Happy Days‘in farklı video kayıtlarını internette bulmak mümkün. Beckett’in zihnindeki sahnelemeyi en iyi gösteren 1979’da Beckett’in kendisinin yönettiği, Billie Whitlaw ve Leonard Fenton’un oynadığı yapım bir süre Youtube’da izlenebiliyordu ama, sanırım telif hakkı nedenlerinden, kaldırılmış.

Katalogda yayımlanan tanıtma yazısı:

Samuel Beckett’in 1952’de yazdığı Godot’yu Beklerken’den 1980’lerin başlarındaki kısa oyunlarına kadar izlediği çizgi, bilinçli ve yöntemli bir minimalleşmeden oluşur. Alışıldık tiyatrodan çok müzik besteleme prensipleriyle kurguladığı oyunları, bir bakıma, dört çalgılı orkestra için “insanın hali” üzerine yazılmış rapsodilerden düetlere, ardından da süresi giderek kısalan aryalara dönüşür. Bu gelişme doğrultusunda Beckett’in düşünceleri de neredeyse birkaç sözcüğe sığacak ölçüde kristalleşir. Son uzun oyunu Mutlu Günler (1961), bu çizginin tam ortasında yer alır. Daha önceki oyunlarındaki gidip gelmeler, vodvil oyunculuğu, seri diyaloglar, Mutlu Günler’de Winnie’nin beline kadar toprağa gömülmesiyle birlikte sona erer. Bundan sonra yazdıkları bir bakıma Winnie’nin sesi, yüzü ve sözleri üzerine çeşitlemelerdir.

Beckett açısından üzerinde düşünülmeye değer en önemli konu varoluştur: Neden var olunduğunu, var olmanın anlamını bilebilmek olanaksızdır. Bir anlamı, kozmik bir amacı varsa da insan bunu çözebilecek meleke ve bilgiyle donatılmamıştır. Yaşam, ilk saniyesinden son saniyesine kadar ölmemeye gayretten, daha doğrusu ölümü geciktirme gayretinden oluşur, çünkü yaşam eskimek ve tükenmek üzere başlar, ölmek üzere doğulduğu bilinir. Ve evrenin bu konuda herhangi bir kaygısının olduğu, bu saçmalığı umursadığı da görülmemiştir.

Sonuçta, Beckett, insanı tuhaf bir ikilemin ortasında sıkışıp kalakalmış bir konumda görür: Devam etmek için hiçbir neden yoktur ama yine de devam eder insan. Birbirini ve bir şeyleri sahiplenerek, alışkanlıklar üreterek avuntular yaratır kendine — bunlarla zamana karşı durduğunu düşünür. Varoluşun böylesine anlamsız olabileceğini kabullenemez; hurafeler, açıklamalar uydurur. “Şimdi”den başka hiçbir ana ait olmamasına karşın, benliğinin geçmişe ve geleceğe yayıldığını düşünerek zamanı sahiplenmeye çalışır. “İnsan hali”ni bir türlü kabullenemeyen akıl, inatla, yılmadan asılsız fanteziler üreterek acımasız gerçeklikle çarpışmaya çalışır. Acıklı olduğu kadar gülünç de saydığı bu trajikomik durum Beckett’in yapıtlarında ironinin ve teatralitenin kaynağını oluşturur (örneğin, çölün ortasında beline kadar toprağa saplanmış bir kadın “cennet gibi bir gün daha” sözleriyle başlar oyuna).

Beckett açısından alışıldık, gerçekçi sanat yapıtlarının işlevi gerçekliği yansıtmak değil, tam tersine gerçekliği yadsımak, örtbas etmektir. Tiyatro sahnesinde inandırıcı karakterlerin, yeri ve zamanı belli, neden-sonuç ilişkisiyle gelişen olayları canlandırmaları, kendilerini “anlamlı” cümlelerle ifade etmeleri, varoluşun bir mantığın ürünü olduğu izlenimi verir. Yani, gerçekçi tiyatro bir yanılsama yaratır. Beckett’e göre sanatın işlevi “ifade edecek bir şey olmadığının … ama ifade etmemenin de imkansız olduğunun ifade edilmesidir.” Bu doğrultuda, Beckett nedensel olay ve diyalog akışını reddeder. Beckett oyunlarının örgüsü bir bakıma aklın gerçekteki işleyiş biçimini yansıtır: kavrayabilme ve ifade edebilme endişesiyle biçimlenen kesintili hareketler ve sözler. Bu bağlamda, Beckett’in oyunlarını müziğin ani tanımlamaları reddeden, iletişimini çağrışımlarla kuran yapısını izleyen mersiyeler olarak görmek gerekir.

Semih Fırıncıoğlu