Super Bowl Sunday

Taraf“Pop-Up” köşesi, 6 Şubat 2013

3 şubat, pazar günü ABD vatandaşlarının hemen hepsinin bildiği, ABD’li olmayanların da hemen hiçbirinin bilmediği Super Bowl Sunday idi. Super Bowl, Amerikalının “futbol”, dünyanın geriye kalanınınsa “Amerikan futbolu” adını verdiği ve çok tuhaf bulduğu sporun şampiyonluk karşılaşması oluyor. Bu Super Bowl XLVII (böyle yazılıyor), New Orleans Mercedes-Benz Superdome arenasında Baltimore Ravens ile San Francisco 49ers arasında oynandı ve maçı 34-31 Baltimore kazandı.

Wild Card Game: Tennessee Titans v San Diego ChargersSuper Bowl Amerika’da yılın en çok yiyecek tüketilen ikinci günüdür (birincisi Şükran Günü) ve başı bira tüketimi çeker. Akşam saat altıdan sonra bu konulara meraksızların bol olduğu New York gibi yerlerde bile sokakta yürüyen erkeğe pek rastlanmaz. Super Bowl’un başka bir ünü de aile içi şiddetin en yoğunlaştığı günlerden biri olmasıdır (tv’ye odaklanmış erkeğin dikkatini dağıtan kadına bira şişesi fırlatması gibi). Benim bile yılda bir kez oturup Amerikan futbolu izlememe neden olan mahalle baskısı nedeniyle Super Bowl, ABD’de tv’nin en çok izlendiği gündür (bu yıl CBS 48.1 rating ile rekor kırmış). O nedenle de Super Bowl’a verilen reklamlar en az maçın kendisi kadar merakla izlenir: “hangi şirket, hangi ürününü tonla para dökerek tanıtacak acaba?” (Bu yıl maç sırasındaki reklamların otuz saniyesine ortalama 3,5 milyon doların üstünde para ödendiği söyleniyor).

Super Bowl’un başka bir özelliği de genellikle erkeklerin tuvalet molası verdiği devre arasında düzenlenen, hanımları ekrana baktırmaya yönelik şatafatlı, çatapatlı konserdir (Janet Jackson’ın sutyeninin arıza yaptığı konseri anımsarsınız). Bu yılki konser epeyce gerilimli oldu: Obama’nın yemin töreninde milli marşı playback üzerine söylediği için eleştirilen Beyoncé sahneye kendini kanıtlamak üzere çıktı (genel kanı başardığı yönünde). Konserde bir aksama olmadı ama ikinci devre başında hiç olmaması gereken bir şey oldu, stadın yarısının ışıkları söndü ve maça tam otuz üç dakika ara verildi. Bu skandalın nedeni henüz belli değil ama arena yetkilileri aceleyle suçun Beyoncé’nin yüksek voltajlı gösterisinde olmadığını belirttiler. Ancak, New Orleanslıları mahçup eden bu arızanın zarardan çok yararı olduğu anlaşılıyor: Işıklarının yarısı sönük Super Bowl arenasının görünümü rating’i 52.9’a fırlatıvermiş (tabii ki arıza reklam yayınında herhangi bir aksamaya neden olmadı).

Büyük bir stadyumda dikdörtgen bir çim sahada oynanması ve arada bir birinin gelip (zeplin biçimindeki) topa tekme atması dışında Amerikan futbolunun Amerikalının “soccer,” dünyanın geriye kalanının “futbol” dediği sporla ne kavramsal, ne de biçimsel bir benzerliği var. O nedenledir ki birinin meraklısı genellikle ötekini hiç umursamıyor. Ancak, Amerikan toplumunu anlamak isteyenlerin Amerikan futboluna biraz daha dikkat harcamalarının yararlı olacağına inanıyorum: bir topluma bu ölçüde “özgü” başka bir spor olamayabilir. Amerikan futbolunda ilk göze çarpan oyundaki şiddet ögesi oluyor: tuhaf kılıklı ve kasklı izbandutlar acımasızca birbirlerine saldırıp yere yıkmaya çalışıyorlar. Gerçekten de oyunun çekirdeğini şiddet oluşturuyor ama ilginç olan bu şiddeti sarmalayan ve “medenileştiren” akıl almaz bir organizasyon, inanılmaz derecede ayrıntılı işbölümü, teknoloji kullanımı, kalınca bir kitap oluşturacak kurallar ve bitmez tükenmez istatistiksel bilgi olması. Örneğin, saha kenarındaki antrenör yüksek bir yerde oturup karşı takımın taktiğini anlamaya çalışan yardımcılar ve diğer kişilerle bağlantı kurabilmek için mikrofonlu kulaklık kullanır. Bu aygıt maalesef artık kablosuz olmuş. Halbuki kabloluyken işi yalnızca bu kabloyu denetlemek olan bir görevli olurdu, antrenör öfkeyle sağa sola koşuştururken bu adamın kan ter içinde kablo oraya buraya dolanmasın diye kendini paralamasını izlemeyi çok severdim.